Ateşi düşürülemeyen ekonomi “ayırımsız” tüm sektörleri olumsuz yönde etkilemeye devam ediyor.
Keza toplumu yani hayatın ta kendisini…
Eskiden “kısmen” orta direk ziyadesiyle de fakir mutsuzdu; şimdi “paranın içinde yüzen” zengin fakirden daha mutsuz!
Arzuladığı her şeyi satın alma gücünü elde edecek bir seviyeye gelmenin insanı mutlu etmeye yetecek tek “geçerli” etken olmadığını şu günlerde yaşaya yaşaya öğrenenlerin sayısı da artıyor.
Öyle ya; görmezden gelmeye çalıştığımız yahut “bilerek ya da bilmeden” attığımız her odunla harlanan o ateş “bir vesileyle” hepimizi saracak, yakacak, canımızı acıtacak.
Turizm cenneti güzel yurdumuzdaki “bomboş” tesis manzaralarından yola çıkarak, “Oh olsun! Yıllarca milletin cüzdanına göz diktiler. Azgınlık ettiler. Bir liralık hizmeti bin liraya kakaladılar. Ekonominin dinmeyen ateşiyle silkelenen millet, o bölgeleri ve art niyetli işletmeleri cezalandırmaya başladı. Birçoğu sinek avlıyor. Belki akıllanır da hizaya gelirler” yakarışını her yerde duyuyoruz.
Sadece turizmde mi?
Elbette hayır.
Sıvacısından boyacısına, elektrik ustasından su tesisatçısına, korniş takanından pencerecisine; lokantacısından çay bahçesine, giyimden markete akıllara gelebilecek tüm alanlarda “hunharca” fiyat katliamı yapılıyor.
Misal; ortalama 100-150 metrekare gelebilecek bir dairenin boyamasına usta 30 bin lira istiyor. Boya malzemesi hariç!
Yahut 1 metrelik “basit” bir bilgisayar kablosu için 100 lirayı gözden çıkarmanız gerekiyor.
Ya da tek göz bir “pimapen” pencere için 4 bin liranız kasanızdan uçuyor.
İki kişilik “mütevazı” bir yemeğin bedeli 650 lira.
En kaliteli çayın kilosu 140 lirayken, bir bardak çay için 20-30 lira ödeyebiliyorsunuz.
Yerelden çıkıp sahile doğru uzanalım deseniz; yine “mütevazı” bir halk plajında şezlong için 300-400, apart daire için günlük 2000 bin lirayı gözden çıkarmalısınız.
Sanılmasın ki, milletin fiyat algısıyla sadece turizm bölgelerinde oynanıyor.
Her yer, her şey ateş pahası.
Dolayısıyla bu ateşten canımızın yandığı kadarına şükredip, yediğimiz kazıkları görmezden gelmeye, “Ucuza aldık değil mi?” diye tesellilere başvuruyoruz.
Cem Yılmaz’ın meşhur bir repliğindeki gibi…
Aşçı bahçıvana, bahçıvan uşağa sonra hepsi uşağa!
Kimin kimi kazıkladığını kimse bilmiyor, herkes bir başkasını kazıkladığını zannedip kâra geçtiği düşüncesiyle mutlu oluyor/mutlu olacağını sanıyor ama yanılıyor!
Bir kez daha altını çizelim.
Kaldırıp kafanızı etrafınıza bir bakın lütfen!
Ekonomik gücü her ne olursa olsun kimse mutlu değil.
Birer kefen (!) çalmaya geldiğimiz bu pazarda, dünyaya her gelenin bakıp gideceği bu pencerede azgınlaştıkça azgınlaşıyoruz.
Türk toplumunu diğer milletlerden ayıran en belirgin “ahlaki ve vicdani” değerlerimizi günden güne yitiriyoruz.
Çekil bir kenara var düşün şimdi.
Mal kimin? Mülk kimin? Hırsız kim?